6 Mart 2013 Çarşamba

Lady Oscar (Manga)

5 Mart 2013 Salı

Lady Oscar (Rose Of Versailles) (1979)



LADY OSCAR (ROSE OF VERSAILLES)
 
Anime Adı: Rose Of Versailles
Anime Adı: Lady Oscar
Anime Adı: Versailles no Bara
Anime Adı: ベルサイユのばら
Bölüm Sayısı: 41
Yayın Yılı: 1979
Yapım Şirketi:Tōkyō Movie Shinsha
Orijinal Eser: Ryoko Ikeda (Manga)


Bir nostalji anime bloğu açıp bu seriden bahsetmemek olmazdı. Kaç kere üstelik kimi zaman acayip isimler verilerek özel kanallarımızda yayınlanmadı ki? İzlemek için sabah altı buçukta uyandığımı hatırlarım:) Uykumu bölüp yaptığım fedakarlığı düşününce şimdi beni gülümsetiyor. Ancak eskiden tv dışında internet gibi bir seçeneğe sahip olmayan bizler için ekranda boy gösteren her anime bir nimetti. Bazılarının tekrarı da rahatsızlık vermiyordu. Genelde izlemek isteyenlerin keyfini kaçırmaktan kaçınmak adına aslında seri hakkında fazla bilgi verme taraftarı olmasam da fikir sahibi olmayıp konusu ne ile ilgili diyenleri aydınlatmak adına birkaç satır yazmadan geçmekte istemedim.

Kraliyet üst düzey askerlerinden soylu General de Jarjayes, altıncı çocuğunun doğumunda sabırsızlıkla beklediği varisi kucağına alacağını umarken kendisine yine bir kız çocuğu dünyaya geldiği haber verilince büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Ancak birkaç dakika sonra kollarındaki bebeği havaya kaldırır ve Oscar Franchois adını verdiği bebeği oğlu olarak yetiştireceğini açıklar. Bu karar  altın saçlı bebeğin tüm hayatını değiştirecektir. Fransa kralı 15. Louise, Avusturya ile devam eden savaşı sona erdirmek istemektedir. İki ülke arasındaki dostluğu perçinlemek adına Avusturya Prensesi Marie Antuanette ile torunu Fransa veliaht prensi ile  Louis Auguste'un evlenmesine karar verilir.

 
Dadısının torunu Andre  Grandier ile büyüyen Oscar bir erkek gibi giyinir ve erkek gibi davranır. 15. Louis'in buyruğu ile 14 yaşına girdiğinde kraliyet muhafız alayı komutanlığına seçilir. Görevi kabul etmek istemeyen Oscar babasının emrine karşı çıkar. Aslında Paris'e gelecek olan veliaht prensesin bakıcılığını yapmak istememektedir. Ancak emrin geldiği yer ailesini zor duruma bırakacağı için hakkında verilen karara uymaktan başka seçeneği de yoktur. Paris'e geldiği gün meydana gelen kaçırılma girişiminden kurtarmasının ardından Oscar ve veliaht prenses arasında dostluk bağları gelişir. Oscar saray hayatına adım atarken Antuanette zengin ve refah içinde tasasız bir hayatın pırıltılı dünyasında kaybolur. Antuanette  saray entrikaları için fazlasıyla toydur. 15. Louise'in  metresi ile devam eden uzun soluklu güç savaşında Oscar tarafından korunsa da çevresindekilerin etkisinde kalmaktan da kurtulamaz. Öte yandan evliliğinde hayal ettiğini bulamayan Antuanette bir gece katıldığı maskeli baloda yakışıklı İsveç Kontu Hans Axel Von Fersen'e aşık olur.



 
Oscar, Fersen'le konuşup buna engel olmak istese de başaramaz. Öte yandan kendisi de kaçınılmaz biçimde konta aşık olur. Ancak umutsuzca fark eder ki Fersen de prensesin duygularına karşılık vermiştir. Hislerini kalbine gömmeyi seçer. Geleceğin Fransa kraliçesi ile bir hayatı olamayacağını çok iyi bilen Fersen de bağımsızlık savaşı devam eden Amerika'ya gidecek gönüllü Fransız subaylarını komuta etmek üzere Paris'ten ayrılarak sevdiği kadında uzaklaşmaya karar verir. Kararı sadece Antuanette'i değil Oscar'ı da derinden sarsar. Paris'in arka sokaklarında ise başka hikayeler vardır. Rosalie, Jeanne ve anneleri  sefaletin eşiğindeyken saray sadece kendi içindekilere değil Polignac ailesi ve daha birçok dalkavuğa da zenginlik sunmaktadır. Ayrıca artık yıllar sonra patlak verecek olan devrimin önderi simalar fikirlerini canlandırmaya başlamıştır. Yine sadakatini sunduğu ve sevdiği kraliçeye rağmen  ülkede bazı şeylerin yolunda gitmediğini fark eden Oscar gibi ender soylular da vardır. 
 

Maskeli bir soyguncunun zenginleri hedef alan saldırılarını araştırmaya adayan Oscar arkasında güçlü simaların rol aldığı tehlikeli bir oyunun içine çekilir ve bu hengamede kendisini korumak isteyen Andre bir gözünü kaybeder. Fransa'da değişim rüzgarının ufak ufak kendini belli ettiği sıralar aradan geçen yedi yılın ardından Fersen  Paris'e döner...O sırada Oscar'ın görülmeye değer sevincini izleyen bir başka göz, hislerini tıpkı sevdiği kadın gibi uzun yıllardır gizleyen uşağı (yaveri yada her neyse...bu karaktere o sıfatları koymaktan hoşlanmıyorum:) Andre'dir. Uzun sohbetin ardından Oscar geçen zamanın Fersen'in duygularını değiştirmediğini anlayamaz ya da anlamak istemez. İlk kez kendini bir kadın gibi hisseder. Kadın gibi giyinerek ama kimliğini gizleyerek kraliyet balosuna katılır ve Fersen'le dans eder... Dans sonunda doğru kendisini "değer verdiği arkadaşı" Oscar'a benzeten, bunu belli eden sözler söyleyen ve en nihayetinde yaşadıkları anlık yakınlaşma sonrası tanır gibi görünen Fresen'den kaçarak baloyu terk eder...
 

Karşılıksız aşkların gölgesinde mutlu olabilen tek çift sanırım Kraliçe Antuanette ve Fersen. Tabii o da göreceli. Ne de olsa ilişkilerini gizli tutmak gibi bir zorunlulukla karşı karşıyadırlar. Özellikle Oscar'ın Fersen'e  aşını itiraf etmek zorunda kaldığı sahneler  ve geri planda  Andre'nin çektiği acı görülmeye değerdir. Tabii bir de aşkını itiraf ettiği bölüm fazlasıyla sarsıcıdır. Yapım yılı düşünülecek olursa dönemine göre hele de Türkiye'de bazı sahneler izleyenleri hayli şaşırtan cinstendi:) Seri sadece konu örgüsü için bile izlenmeye değer. Ancak yapım yılı itibariyle günümüz animelerinin kalitesini ararsanız düş kırıklığına uğrayabilirsiniz.
 

Uzun süre önce Lady Oscar'ın bir anime sinema versiyonu olacak diye duymuştum. Bazı kült serilerde görülen seriden alınan sahnlerin teknolojik anlamda yenilenerek sinamalaştırması gibi birşeydi sanırım. Ama hiçbir yerde denk gelmedim. Sanırım yayınlanmadı. İnşallah günün birinde birileri bu seriyi yeniden yapmak ister. Neden yapılmadığını anlayabilmiş değilim aslında. Tabii Sailor Moon gibi bir düş kırıklığı yaşatmaz umarım.

Son olarak Lady Oscar'ın müziklerine değinmem gerekirse, kesinlikle iyi iş çıkarılmış. Açılış ve kapanış müzikleri gayet güzel. Arka fon müzikleri de. Ancak özellikle tüm müzikleri içeren bir albüme denk gelmedim ne yazık ki.

Eskilerden Günümüze Anime'nin Türkiye'deki Serüveni

 
    Hatırlatma: Blogtaki tüm yazıları blog sahibine aittir. Emeğe saygı gösteriniz ve eğer kendi sitenizde vs kullanacaksanız yazılar için lütfen alıntı yaptığınız belirterek blogu link gösteriniz. 
 

Türkiye'de japon çizgi filmi denince hatıra gelen ilk yapım hiç şüphesiz 1980'de yayınlanan Şeker Kız Candy'dir. Pek çoğumuz O'ndan sonra yayınlanan her çizgi filmi "Şeker Kız Candy'ye benziyor" diye tanımlardık. Duyabildiğimiz kadarıyla şarkılarını söylerdik. Böylece ilk anime tanımlamalarımız da oluşmuştu. (Bu arada iinternetteki resimlere aldanıp Candy'yi orada görülen kalitede sanmayın. Günümüz şartlarında çok izlenesi bir seri değil artık.) Japonlar küçük gözlüymüş ve büyük göz hayranı oldukları için bu tip çizgi film karakterler yapıyorlarmış cümlelerini duymayan yoktur herhalde. Bana göre o zamanlar bile saçma gelen bir açıklamaydı. Ama esin kaynağının disney olduğunu öğrenince adam akıllı şaşırmıştım. O zamanlar TRT, drama tarzındaki bu animlerin ulaştığı beğeniyi gözardı etmedi. Sonraki yıllar Candy'i anımsatan tarzı nedeniyle yayınladığı Lady Lady, Lady Oscar, Lady Georgie, Alpen Rose, Hello Sandy Bell, Hana no Roku Lun gibi yapımlarda öne çıkan tüm ana kız karakterler Candy gibi sarı saçlı idi. Hepsi için kullandığımız yegane tanım Candy'e benzeyen çizgi filmdi doğal olarak. Yayın saatlerinde sokaklar boşalır, kuzu kuzu evlerimize giderdik. Editörü olduğum bir siteden mailime ulaşan bir anime-sever annesinin bir zamanlar TRT'de izlediği ama sonunu bir türlü öğrenemediği Candy hakkında bilgi verip veremeyeceğimi sormuştu. Yapabildiğim ölçüde hikayeyi anlatmıştım. 
 

Bir dönemin şanslı neslinden sayıyorum kendimi. Az sayıdaki tv kanalında herkese hitap eden yayınlar fazlasıyla doyurucuydu. Çocukluk yıllarımda yani seksenlerin ve 90'lı yıllar izlediğim animeler çok farklıydı. Pazar günü western sinemalarını bile ailece izlerdik. Aynı şey tv programları, diziler ya da çizgi filmler için geçerliydi. Anime diye bir kavramın bilinmediği o dönemlerde çizimleriyle dikket çeken iri gözlere sahip karakterlerin doldurduğu ve her gün konusunu sadece bizim değil anne babalarımızın da takip ettiği 25 dakikalık maceraları yaşayabilmek adına şahsen ben mahallemdeki pekçok çocuk gibi oyun oynayabileceğim bir saate evimin yolunu tutar ve bundan hiç de şikayetçi olmazdım. Şeker kız Candy'nin ya da Georgie'nin bitmek bilmeyen dramı, Zentraldi saldırısı altındaki dünyayı kurtarmaya gönüllü Rick Hunter'ın ünlü bir yıldız olma hayalleri kuran uçarı kız Minmay'in peşinden koştuğu bilimkurgu macerası Robotech arasında konu yelpazesi giderek değişen o yapımları izlerken adım adım zevklerimiz de renklenir oldu. Eskiler neden güzeldi? Kanal seçeneği yoktu belki ama yayınlarda herkese hitap eden birşeyler vardı. Sonra zaman geçtikçe animeler de yozlaştı. Artık şöyle zevkle oturup sonuna kadar izlemeye değer birşeyler bulamıyorum. Eskiler de olmasa geriye ne kalırdı ki seyirlik?
 

2000’lerin başında türeyen Bbg evi ve türevleri neyseki sona erdi. Ne kabus bir dönemdi... Her kanalda ayrı bir popstar yarışması boy gösteriyor, herkes yetenek değil acıtasyon ve dram taşan beğeniden uzak acayip tiplere oy verip duruyordu. Tüm o tarz programlardan öyle tiksinmiştim ki 5 dakika kazara bir yerde denk gelsem kriz geçirir hale gelmiştim. Aslında mecbur kalmadıkta uzağında duruyordum zaten. Ancak yurt ortamında çoğunluğun beğeni kalitesi dipteydi. Özellikle şarkıcı seçen o garip programlar insanın tahammül sınırlarınız zorlar nitelikteydi. Gerçi o tuhaf yarışmaların benzerleri hala devam ediyor ama neyseki birden fazla kanalda yayınlanmıyor. Hatta bir keresinde Asmalı Konağa karşı o hafta için tv'de yayınlanan bir sinemayı izlemek istediğim için ünivesite okumaya gelmiş ama beyni bezelye kadar gelişmemiş bencil ve terbiyesiz bir oda dolusu insanla karşı karşıya gelip hayli seviyesiz ve sevimsiz bir laf dalaşına sürüklenmek istenmiş, sabrımın sınırlarını zorlamıştım. 2000li yıllar nispeten ekranda hala iki üç anime serisi görebildiğimiz zamanlardı. Sabahın 06:30'nda Rurouni Kenshin izlemek için sessiz sessiz odamdan süzülüp bir fincan sıcak kahve ile tv odasında soluğu alır ve kimi zaman da tv başında çizgi film izlerken yurt ahalisine yakalanırdım. BBG evi gibikendi izlediklerinin kalitesi tavan yapıyorken (?!) çizgi film izlememi de garipsiyorlardı. Klasikleşmiş “çizgi filmi çocuklar izler, çizgi film çocuklar için yapılır” düşüncesini dillendirdiklerinde de ben sallamıyordum. O zamanlar ekranlarda yine az da olsa anime görmek mümkündü.
 

Şimdilerde bunca kanala rağmen siz de benim gibi Tv'de izleyecek birşey bulamayanlardan mısınız? Sıradan ve biribirini tekrar eden programlar fazla seçenek sunmuyor. Bir program beğeni kazanınca sanki 75 milyonun tümünü kapsamak zorundaymış gibi diğer kanallarca tekrar ediliyor ve adeta izlenmesi için dayatılıyor. En azından şiddet içeren çizgi filmler ekranlardan uzaklaşmış gibi gözüküyor. Bir zamanlar bu anlamda kaliteli ve çeşitli program örnekleri veren TRT dahi eskiden sunduğu bazı çizgi filmler için yeni lisans antlaşmaları imzalanacağını vaadetmesine karşın sessizliğini koruyor. Elektrik faturamızdan aldığı pay yetmiyor ve pahalı geliyorsa o başka. Ekran sayısını arttırmasına ve hatta bir çocuk kanalına sahip olmasına rağman eski kalitesini aratıyor ve yeni neslin artan ilgisini görmezden gelip anime yayınına kayıtsız kalmayı sürdürüyor. TRT kendi çocuk kanalı için üretilen çizgi filmleri yeterli görüyor sanırım. Burada en önemli etken hiç şüphesiz ülkemizde var olan genel kanı doğrultusunda "çizgi filmleri çocuklar içindir" yayın anlayışının aradan geçen yıllara rağmen değişmeyişi. İnsanın böyle zamanlarda şahsi bir arşiv oluşturabilmesi bu anlamda bir nimet. Animeye özel harici belleğimdeki 3.5 TB da bunca zamanın ürünü:)

80'Lİ YILLARDA TÜRKİYE'DE ANİME

Türkiye'de japon çizgi filmi denince hatıra gelen ilk yapım hiç şüphesiz 1979'da yayınlanan Şeker Kız Candy idi. Pony Evi isimli bir yetimhanede büyüyen Candy'nin dramatik hikayesi varlıklı Leagan ailesi tarafından istendiğini öğrenmesi ile başlıyordu. Candy bir evi olacağı ümidiyle çıktığı hayat yolculuğunda umduğunu bulamıyor ve hayli zorbaca sayılacak davranışlara maruz kalıyordu. Ancak bir süre sonra tüm hayal kırıklığına rağmen yine aynı çevreden Audrey ailesine mensup Anthony, Alistair ve Archibald ile tanışıyor ve üç delikanlının yakın ilgi ve koruması ile nisbeten daha rahat zamanlar geçiriyordu. Dönemi açısından ve elbette çizgi film olarak hayli şaşırtıcı sahneler içerdiği düşünülürse TRT'nin sansürüne uğramış olması da muhtemeldi. Pembe dizi hikayelerini aratmayan konusu ve uzunluğu ile o dönem jenerasyonu çocuklarının yanı sıra yetişkinlerinin de hafızasında yer etti. Yapım Japonya'da sürerken manga çizeri ve senaristi arasında meydana gelen anlaşmazlık ikili arasında uzun süre devam eden hukuk savaşına dönüşerek mahkemeye taşındı ve en nihayetinde Candy Candy serisi 115 bölümle sona erdi. Yayın ve telif hakkı sorunu mahkemede çözülse de serinin ülkemizdeki yayın şansına balta vurduğu gibi şimdilerden bir yeniden yapım olarak göremeyişimizin de galiba en önemli sebebi. Sonraki yıllar ülkemizde özel kanallar bu animeyi pek çok kez tekrar etmişse de TRT hariç her kanal mahkemedeki devam eden hukuksal süreç yüzünden sonuna kadar yayınlayamadı.


1984 yılında TRT'de gördüğümüz bir diğer anime Georgie idi. Avusturalya'da geçen öyküde Butman ailesi tarafından bulunan ve büyütülen Georgie, serpilip güzelleştiğinde önce Sidney'e gelen Londralı yakışlı soylu Lowell'a aşık oluyor ardından da iki ağabeyi tarafından sevildiği anlıyor ve aslında bir sürgünün kızı olduğu gerçeği ile yüzleşiyordu.Yayınlandığı yıllar için hiç şüphesiz hayli cesur sahneler içeriyordu. TRT sansür ilkesi özellikle -çizgi filmlerin çocuklar için yapıldığını düşünen bir ülkede- kesinlikle doğru bir mekanizma idi. 90'lı yıllarda Show Tv'nin sansürsüz yayınladığı sahneler hayli şaşkınlık yaratmıştı. Ülkemizde Marmara depreminin yaşandığı 1999 yılı Georgie'yi bu kez yine bir TRT kanalı olan TRT 2 kanalında tekrar izleme fırsatı bulmuştuk. Bu hikaye de çıkış noktası olan mangadan farklı bir sona sahipti. Şahsen orijinal sonu izlemeyi çok isterdim.


80'ler ülkemizin TRT'nin sayesinde dev robotlar ve uzay gemilerinin savaşlarını konu alan bilim-kurgu yapımlarla tanıştığı yıllardı. Voltron, Laserion, Robotech gibi anime bilmkurgu dizilerin yanında 2000'li yıllarda televizyon serisi halinde yeniden yapılan Baldios, Cybor 009 gibi sinemalar o dönem ekranlarda yer aldığında sadece çocuklar değil büyüklerce de beğeniyle takip edilmekteydiler. ABD'nin yayın haklarını satın aldığı Robotech'te, Zentraldi saldırısı alltındaki insanoğlu Macross adı verilen dev uzay gemisi ve pilotlarının mücadelesine tanık oluyor ve bu pilotlardan biri Rick Hunter tarafından kurtarıldığında kaçınılmaz biçimde O'na aşık olan Lynn Minmay galaksiler arası üne kavuşurken söylediği ingilizce şarkılarla iki düşman ırkı da barışa kavuşuyordu. Bu arada Robotech, ülkemizde ciddi bir hayran kitlesine erişirken anavatanında Macross adıyla devam ederken sayısız yan seri ve sinema ile takibi zor bir uzunluğa ulaştı.



TRT, günümüzde animenin en büyük ustalarından biri kabul edilen Oscarlı Yönetmen Hayao Miyazaki'nin de ekibinde yer aldığı World Masterpiece Theatre kapsamında Nippon Animation şirketinin yaptığı ve çocukluğumuzda bir çoğumuzun kitaplarını okuduğu, Heidi (Alp no Shojo Heidi), Pollyanna (Polyanna Monogatari) Anne of Greengables (Akage no Anne), Marco (3000 Leagues in Search Of Mother Romeo), A Dog Of Flanders (Flander's no inu), Little Princess Sara, Little Woman, My Dady's Long Legs (Watashi no Ashinaga Ojisan) Ashita no Nadia gibi sevilen çocuk klasiklerinin büyük bölümünü ekranına taşımıştı.


Ayrıca yine Remi: Nobady's Boy (Le Naki Ko Remi), Lady Oscar (Versailles no Bara), Lady Lady, Hello Sandy Bell (Çiçek Kız), Hana no Ko Lun Lun (Cici Kız), Kinpatsu no Jeanie, Treasure Island, Mahou Shoujo Chikkuru, Paris no İsabelle gibi bir çok animeyi izleyicilerin beğenisine sunmuştu. Şimdi bakınca anlıyorum ki o zamanlar izleyicilerin taleplerini gözardı etmeyen bir yayın kanalıymış. Nerde şimdi ki TRT?


90'LI YILLARDA TÜRKİYE'DE ANİME
 

90'ların başında konuları kaliteli ve uzun soluklu yapımların üretildiği Japonya'da aynı zamanda anime tarzındaki belirgin değişimin başladığı yıllardır sanırım. Ülkemizde ise TRT sayısı azalsa da Susam Sokağı'nın da dahil olduğu Tatil Ekranı adlı çocuk kuşağında yarım kalan Portakal Yolu (Kimagure Orange Road) ile dram ve romatizm yüklü öyküler içeren Dağ Gülü (Alpen Rose), Köstebek Kardeşler (Mock and Sweet), Küçük Prenses (Little Princess Sarah) gibi anime örneklerini sunmaya devam ediyordu.



Aynı dönem önce Star Tv'nin ardından Show Tv ve Kanal D yayın hayatına adım attılar. Show Tv Hello Sandy Bell (Çiçek Kız), Tatlı Cadı (Mahoutsukai Sally), Aoiki Densetsu Shoot, Goal gibi çoğu TRT'de yayınlanmış animelerin yanında ilklere de yer verdi. Clamp yapımcılığa ait farklı tekniği ile dikkat çeken fantastik türdeki Magic Knight Rayearth'ın tamamını, basketbol temalı ve komedi tarzındaki Slam Dunk ile Japonya' da yayınlanan ve hala devam eden en uzun soluklu serilerden biri olan polisiye tarzındaki Dedective Conan'ın bir kısmını yayınladı. Yeni anime tarzı artık bu yapımlarda kendini belli ediyordu. Söz gelimi o zamanlar alışık olmadığımız nitelikte çizgileri, mavi ya da yeşil gibi festival havasındaki rengarenk saçları kabullenmekte zorlanmıştım. (Şimdiki animelere bakınca o günleri mumla arıyorum tabii o ayrı:)



Kanal D açıldıktan kısa bir süre sonra Türkiye'de çizgi filme bakış açısını değiştirecek nitelikte farklı bir yapımı, uzay soap operası tarzındaki Legend of The Galactic Heroes'un ilk sezonunu, yayınladı.  Eskilerde robot temalarına aşina olan benim gibiler için bile bir parça Star Wars’ı anımsatsa da tamamen farklı bir konseptti. Serinin devamı yapım aşamasındaydı ve sonraki yıllar pek çok yapım gibi ne yazık ki O da devam etmedi. Tumbellina, Kaze no Naka no Shoujo Kinpatsu no Jeanie, Kaptan Tsubas, Little Men: Jo's Children'ın yanı sıra Candy Candy gibi tekrar yapımlar ile yine Red Baron ve Monster Ranger, bu kanaldaydı.


Şimdi yayın hayatında yer almayan Kanal 6'da eski animelerden Lady Oscar (Rose Of Versailles) ve Deity (God Mazinger), Ctv'de Mahou no Creamy Mami, HBB'de sayısız tekrarıyla Dolbuk'u yayınlıyordu. Star Tv'de ise Srikers (Ashita no Frikik) abartı sayılacak kadar çok kez tekrar edildi ama nedendir bilinmez hep yarım kalırdı. Sonuna kadar da sanırım çok az sayıda yayınlandı. Doksanların sonu ile ikibinli yılların başı fantastik yapımların birer ikişer öne çıktığı yıllardı. TRT, Sihirli Kurdela (Himechan No Ribbon) ve Tılsımlı Gelinlik (Wedding Peach)'in tamamını, Star Tv One Piece'in, ATV'de ise Sailor Moon ve Dragonball'ın bir kısmı yayınlandı.


 
2000'Lİ YILLARDA TÜRKİYE'DE ANİME

2000'li yıllar animenin televizyon kanallarında kısır döngüsü halini aldığı zamanlardı ve hala da durum değişebilmiş değil aslında. Milenyumun başında, bir kısmı yerel olmakla birlikte, özel kanalların sayısı yüzü aşmış durumda. Ancak anime seçiciliği diye bir kavram neredeyse kalmadı. Gariptir ki Amerika ve Avrupa'da yayında iken sakıncalı görülüp kaldırılan Pokemon ülkemizde bu gerçek gözardı edilerek ekranlarda yer aldı. Onunla başlayan furya Yu-gi-oh ve Digimon'la sürdü. Zararları tartışılırken özel kanallar alternetif aramak yerine ekranlarda boy gösteren bu tuhaf yapımları biribirlerinden alıp yayınlamayı tercih ettiler. Böylece yarı fantastik ve garip yaratıkların savaştırıldığı -çocuklara yönelik- ama aslında onlara hiç uygun olmayan yapımlar biribirini izledi. Bu süreçte Star Tv içeriği biraz sakıncalı da olsa -makul bir dublajla kamuflaj uygulayarak- bir diğer Clamp yapımı Card Capture Sakura'yı, Kanal D ise anime takipçilerini şaşırtarak iki başarılı yapımı ekrana taşıdı. Bunlar dünyada dört bölümlük Oav Samurai X ile büyük beğeni toplayan uzun soluklu televizyon serisi Rurouni Kenshin:Legend of the Kyoto ve Taiho Shichauzo (Hızlı Polisler) idi.



TRT'nin tercihi ise Sailor Moon'dan yanaydı ve izleyici kitlesinin fazlalığı göz önüne alındığında kesinlikle doğru bir karardı. Ancak seçimi yapanların iki yüz bölümlük bu anime ile ilgili gözden kaçırdığı birkaç ayrıntı vardı. 3. sezonunda eş cinsel eğilimli iki karakter ile 4.sezonunda da erkek iken savaşçıya dönüştüklerinde kadın olan 3 diğer karakteri barındırıyordu. Öyleki dublajı yapan sanatçılar kadın mı erkek mi hangi sesin kalıcı olması konusunda karar verirken zorlanmışlardı. Bu yüzden TRT genelde ekrana taşıdığı serileri sona erdirme ilkesine sahip tek kanal olmasına rağman hayli geçerli görünen sebeplerle Sailor Moon'u yarım bıraktı. Ancak yurtdışı da dahil olmak üzere serinin devamı için yoğun talep gelince duruma kayıtsız kalamadı. Böylece ATV'nın yetmişli bölümlerden sonra devam etmediği kısımlar da dahil tüm bölümler zaman zaman küçük sansürlere maruz kalsa da ekrana geldi. TRT'nin yayınladığı diğer animeler ise şunlardı. Puchipuri Yuice, Bottle Fairly Sugar'ın yanı sıra Miyazaki'nin ekol haline gelen anime sinemanın en iyi örnekleri arasında sayılan Kiki Deliver Service, Laputa Castle in the Sky, Oscar ödüllü Spirit Away ve kendisi gibi anime yapımcısı oğlu Goro Miyazaki'nin fantastik kurgu serisinden uyarladığı Yerdeniz Öyküleri (Gedo Senki).


Animeler konusuda en beklenmedik ve umut vaadedici çıkışı yapan hiç şüphesiz MTV müzik kanalıydı. Orijinal dilinde ve Türkçe altyazıyla ekrana getirdiği animeler tıpkı ABD'deki Adult Swim çizgi film kuşağında olduğu gibi akşam saati başlıyordu. Basilisk, Samurai Champoo, Helsing, Last Exile gibi türünün iyi örneklerinden yayınladığı animeler Türkiye için ilk bakışta bir devrim sayılacak türdendi. Ancak yayınlara gereken özenin gösterilmeyip bölümlerin tekrar edilmesi, animeler arasında yorumcu sıfatıyla ekranda konuşmaktan aciz, üç şahsiyetin sohbet etmeye çabalayışı insanı canından bezdirecek ölçüde rahatsız ediciydi. (Yapılan işe ve emeğe saygım sonsuz ama seçim cidden kötüydü.) Kanalın internet sitesinde duyurulan ya da izleyicilerin özlemle beklediği yeni yapımlar da bir türlü gelmedi.



2016 yılında darbe girişimi sonrası kapatılan Yumurcak TV'nin yeni yapım animelerden iki iyi seçimi Kaze no Shojo Emily ve Remi: Nobady's Boy's ile bir Sefiller uyarlaması Les Misarebles: Shojo Cozette'in kaçıncı olduğunu anımsayamadığım ölçüde tekrar ederek yayınladı. (Çizgi film yayınlayan kanalların sayısı artınca ekranda anime görebiliriz umudumun filizlendiği o dönem, Trt ile beraber Yumurcak Tv'ye -bu iki animeyi de içeren birkaç anime önerisinde bulunduğum- birer mail atmıştım. Yumurcak yayıncıları bu maili dikkate alarak mı seçim yaptılar bilemiyorum ama ekranda her iki önerimi de görünce hayli şaşırmıştım. Tabii kanalın tarzı düşünülecek olursa ekrana taşıyabileceği anime türü Nippon Animation'un klasiklerinden ötesi olmazdı sanırım:) Animelerin sakıncalı yönleri günümüzde artık iyice tavan yapmışken ve hatta işlenen konuların ahlak ölçütlerimizi zorlarken o dönemlerde de en masum sayılabilecek yapımlarda bile karşımıza çarpık ilişkiler veya beğeniler çıkabiliyordu. Kanalın Kaze no Shojo Emily çevirisi ise çok bilgisizce ve kötüydü. Elise olarak yazılan karakteri Japonca'da L yerine R kullanıldığı için Japonlar orijinal Japon seslendirmesinde "İruze" diye verirken kanalın okunuş hatasına düşüp Elise'yi İruze şeklinde seslendirmesi çok garipti. Ayrıca ne de olsa çizgi film sadece çocuklar izler mantığı da devam ediyorken yetişkinlerin beklentileri ve ayrıntılara dikkat edebileceği gerçeği de her zamanki gibi galiba gözardı edilmişti. Herhalde birileri bu konuda bilgi sahibi de değildi. Aynı dönem Kanal 7 Gakuen no Alice'i, şimdilerde yayın hayatında yer almayan TNT ise yine bir Pokemon türevi gibi gözüken Bakugan'ı izleyicisine sunmuştu. Bu süreçte TRT ise eskiden yayınladığı bazı animeler için lisans antlaşması yapıp bazılarını yeniden yayınlayacağını duyursa da bu sözler laftan öteye gidemedi.


Yayın hayatına başlayan KIDZ-ANIMEZ kanalı ekranlarda anime görebilmeyi isteyen izleyiciler için yeni bir umut oldu. Heidi gibi bazıları hariç Deltoro Request, Full Metal Alchemist & Brotherhood, D.Gray-man, Death Note, Ghost in the Shell: Stand Alone Complex, Bleach, Basilisk, Naruto gibi birçok animeyi orijinal dilinde ve Türkçe altyazılı olarak izleyiciye sunarken gelecekte kült yapımlar görmeyi bekleyen izleyiciye umut vaadediyordu. Ancak ne yazık ki Sailor Moon ya da D.Gray-man gibi uzun bölümlü animeleri ilk sezonlarıyla sınırlaması büyük bir kayıp oldu. Özellikle diğer kanallarca yayınlanma ihtimali pek de mümkün gözükmeyen uzun soluklu serileri bu ekranda görebilmeyi umuyordum. Ancak o da artık uyduda yok. Paralı şekilde devam ediyor mu bilmiyorum.


Yıl 2020. Artık anime sektörü de yeni bir dönemeçte gibi. 80’lerden bu yana üretilen çoğu animeye, kaynağı olan mangalardan bağımsız, hikayeler ekleyebiliyordu. Kim zamanında akıllık edip bu yolu izlemişse tebrik etmek lazım. Malum konu sıkıntısı anime sektöründe de var. Sonraları yapım şirketleri bunu çok iyi değerlendirdiler. Şimdilerde eski animeleri günümüz teknolojisiyle bezeyerek ve aslına sadık kalacak şekilde “remake / yeniden yapım furyası başladı. (Legend Of The Galactic Heroes: New Thesis, Full Methal Alchemist: Brotherhood, Bersek, Fruit Basket, Sailor Moon Cryistal, Rebuilt of Evangelion,  Helsing Ultimate, Battleship Yamato, Card Captor Sakura) bunlardan sayabileceğim aklıma gelen ilk örnekler. Ancak Candy Candy, Marmelade Boy, Hana Yori Dango gibi bir devrin beğeniyle izlenmiş kimi yapımlarına bu yönde girişimler olmaması üzücü. Bir diğer üretim yöntemiyse kahramanların çocuklarıyla devam eden yeni ikinci nesil hikayeler. Naruto, Dragon Ball, Inuyasha bu türe örnek verebileceğim benim bildiğim yapımlardan bir kaçı. 
 

Ülkemde durum aynı. Yerel kanalların birinde denk geldiğim Cindrella Monogatari ekranda rastlayabildiğim tek anime. Artık umut etmiyorum bile. Neyse ki internet çağının sunduğu nimetler açlığımızı fazlasıyla gideriyor. Üstelik sayısı her geçen gün artan anime severlerin fansub altyazı çalışmaları sayesinde kitleler sanal ortamında birçok seriyi Türkçe alt yazılı izleyebiliyor.